Call center çalışanları için yazılmış bir sunumdan..
Yazıyı epeydir zihnimde kurguluyorum, sabah uyandığımda zihnimin bir köşesinde bu oluyor. İşe gelirken, serviste etrafı izlerken, eve dönerken zihnim bununla meşgul; her an kendimi konusu bu olan bir filmin içerinde gibi hissediyorum; bir köşesinde zihnimin kayda hazır bekleyen mini bir reseptör var sanki.
Ancak ilginçtir zihin böyle bir uğraşa girdiğinde algıda seçicilik artıyor, etrafınızda dönen dünyayı artan bir farkındalıkla artık bu yönüyle görmeye başlıyorsunuz, sesleri, sözleri ve bir mana ifade eden herşeyi bu pencereden algılıyor ve kaydediyorsunuz. Eda ifade eden tavırlar konunuzla yakınlığı oranında ilginizi çekiyor, izlemeye koyulduğunuz her eylem artık sizin için bu hasssasiyet ile puanlanan bir sıralamayla etiketleniyor.
Pazarda alışverişe çıkan Ayşe teyze artık sadece mahalleden tanıdığınız sevimli ihtiyar huysuz değil bir pazarlama iletişimi gerçekleştiren bir örnek oluveriyor. Balıkçıyla atışması pazarlamaya direnen potansiyel müşteri refleksiyken, balıkçının sert tavrı olumsuz davranışlar kategorisinde beylik bir örnek olmayı hak ediyor. Ayşe teyzenin almadığı balık tezgahın satış kaybı olarak gün sonu ciroya yansıyor, patron para kaybediyor, sert çıkışan tezgahtar azar işitiyor, teyzemiz o hafta balık yemiyor.
Pazarlamanın başladığı o andan itibaren, hatta daha teknik ifade edersek pazarlama sürecinin start aldığı o noktadan devam ederek artık o tezgah, tezgahın bulunduğu pazarın o köşesi, tezgahın içerisinde balık tartan en çırak elemandan daha deneyimli usta tezgahtarına kadar, köşede paranın akışını özenle takip eden patron, yanlardan tezgahı taciz eden alıcısız kuru kalabalık ve akşama pişireceği balıkla sıkıcı dünyasında bir farklılık peşinde tezgaha iştahla yaklaşan Ayşe teyze…artık bir sahne.
Bir oyun oynanacak belli. Farklı rollerin bir anlığına hayat bulacağı bu puslu bir İstanbul öğleden sonrasında sahnesi kısa, rolleri doğaçlama, kesinlikle orijinal ve öğrenilmişliği hayatın bizatihi içinden gelen bazen incitici, çoğunlukla alışılmış, biraz ’ben bu rolün adamıyım’ edasıyla karışık az sonra unutulacak basit, sıradan ve her gün yüzlercesine şahit olduğumuz bir oyun.
Ama şu anda benim için hayatın en önemli anı sanki; işte yakaladım hissi veren bir telaşla sahneyi görecek en mükemmel yeri arıyor gibiyim. İşte zihnimdeki reseptör çalışıyor, sahne kuruluyor ve oyun başlasın, bakalım tavşan hangi şapkadan çıkıyor.
Biz, yani liderimizle beraber ekibimiz hergün bu sahnelerden onlarcasını yaşamıyormuyuz, elimizde telefon tanımadığımız hangi sahnelere nasıl konuk oluyoruz kimbilir; hani bir bilen izlese de bizi bir anlatsa. Sihirli bir ekranı olsa da telefonun bir ucundaki bizi ve öteki ucundaki hedefi aynı anda görebilse, tabii ekranına gerçekte olmayan bir sahneyi eklemesi gerekecek.
Sanki hissediyor gibiyim, hedef kelimesi hemen ilgi çekti, tabii olumsuz manada. Hatta öyle demeyelim daha ileri gidelim, hemen kötü kelime oldu diyelim. Zihnimizdeki kurgu hemen çalışmaya başlıyor tabii; bir insan var karşımızda neden hedef diyoruz ki; neden hedef olsun ki; yoksa biz artık insanları öyle mi görmeye başladık, hiçbir zaman noktası konmayan uzayıp giden faydasız cümleler, kanaatimizi kesinleştiriyor, evet ‘ hedef ’ kelimesi kesinlikle rahatsız edici. Birinci sınıf pazarlamacı becerisine sahip kaç satıcı netleşemeyen bu zihin bulanıklığı sonucu kaybolup gitmiştir kendi zihninin dehlizlerinde.
Evet, hedef kelimesi tamamen doğru ve yerinde, hatta cuk diye oturuyor. Tıpkı çocukluğumuzda bakkala gitmek için para istenecek hedefin babamızın olması gibi, tıpkı bayram harçlığı alınacaklar listesini bayramdan önceki gece yatağımızda zihnimizden geçirirken hedefleri sıraladığımız gibi. İlk hedef nedense hep büyükanneler ve büyükbabalar olurdu.
Kelimeleri duygularından arındırdığınızda sevimsiz olabiliyor belki ama ne yapalım insan faydacı bir varlık ve her torunda en çok para veren büyüklere yanaşır önce.
Şunu da anlıyorum bunu kelimelere dökmek hoş olmuyor ama bu gizli bir toplantı; Ekip liderimizin, Müdürümüzün ve siz sevgili arkadaşlarımızın iştirak ettiği ve potansiyel hedeflerin asla bilmediği ve duymadığı bir gizli sunum toplantısı..:)
Nerde kalmıştık; bir bilen bizi izliyordu değil mi; sahnenin bir tarafında biz, öte tarafında müşteri; artık dekor bir bilenimizin keyfine kalmış. Bu arada kendimize bir isim bulalım, bulalım değilde bir isim diyelim daha doğru belkide. Aslında bu cümleyi tamamıyla hepimizin sevmediği, ifrit olduğu, yok, hayır refleksiyle karşıladığı ‘bilinen’ ismimizi kelimeye dökmek için yazıyorum, zihni hazırlama yani, hepimizin günde bilmem kaç defa yaptığı gibi.
Bizler, yani bu ses oyununun isimsiz aktörleri kocaman bir havuzun en görünmez bireyleriyiz, sesimiz var sadece bu satıcılar havuzunda. İki dakikalık çağrılar kadardır sahnedeki ömrümüz; ‘İyi günler’ beyfendiyle bu sahnede canlanır, ‘iyi günler dilerim’ ile bu sahneden ayrılırız. Evet bizler SATICIYIZ, daha nazik ifade edelim CALL CENTER PERSONELİYİZ. Telefonun bu ucunda nasıl isimlendirirsek isimlendirelim kendimizi asıl puanı veren bize hattın öteki ucundaki hedeftir. Bu tarafta ne kadar özenle seçiyor olsakta kelimelerimizi, öteki taraftaki hedefimizin nasıl anladığıdır önemli olan.
Çağrıyı aldınız; başladınız anlatmaya:
Ahmet beyler merhaba, çok az vaktinizi alacağım yada nasıl diyorsanız artık, iki dakikanızı alacağım, adam metroya yetişme derdinde, iki dakika belki evliliğini kurtaracak..:)
***
Bizi SATICILAR dünyasının zirvesine yerleştiren işte budur !
SES vardır görüntü yoktur !
Ayşe teyzeyi tezgaha yanaşırken gören tezgahtar usta haliyle anlar teyzemizin balık iştahını, bakışlarından acelesini sezer ve cüzdanı tutuşundaki sıkılıktan bir çıkarımda bulunur. Sonrası daha kolaydır artık, hedef incelenmiş, profil tanımlanmıştır. Bir satıcı alışkanlığıyla zihin gerekli tavrı sergilemek için pozisyon alır.
Amaç mevcut iştahı dürtmek, alım miktarını artırmaktır. Teyzenin bakışlarındaki azıcık sertliği azalmak gayretiyle nüktedan ilk söz ateşlenir: “Bakma öyle kara kara, bizde verdik buna para”.
Dudaklara düşen tebessüm, teyzemizin yerine gelen neşesi onu bir ihtimal bütçesini zorlamaya sebep olacak ve alım miktarını artıracaktır. Tartım tamamlanır, para takas edilir ve bir sonraki haftalar için zemin şimdiden hazırlanır:”Afiyet bal şeker olsun teyzem”
Bizler ise tezgahtaki satıcı kadar şanslı değilizdir, o görüntüsüz filmimizde sesini duyduğumuz her hedefin tonundan kurguyu çıkartmak gibi bir zorluğumuz vardır. Yetişme halinde, toplantı modunda, keyif yapmakta veya başka herhangi bir hal bizim için seste bir tonla anlam kazanır hattın bu ucunda. Aksi karakter, neşeli, flörtüz, sahte yada yapmacıklık hep seslerin başka bir tonudur bizim için.
O balık tezgahındaki satıcı onca dekor desteğiyle ancak hedefini görsel olarak algılayıp sahneleyebilir performansını, yanındaki avaneler yardımcı oyuncu, alıcısız kuru kalabalık destek veren figüranlardır. Bir masal tablosundaki gibi resmedersek söndürün bütün efektleri ve çekin kenara dekoru çıplak kalacaktır. Teyzemizin görüntüsünü de alın ekrandan artık tartının başında şaşkın bekleyen bir balıkçıdan başkası kalmaz elinizde.
İşte bizim sihrimiz budur !
Dekor, Efektler, figüranlar ve hareket halinde bize yaklaşan görsel bir hedef yoktur bizim için. Bunları biz üretiriz zihnimizde, kulaklıklığımızın ucuna düşen o tanımadığımız sese biz biçim veririz. Tonlarına ayırırız sesi ve mekanı kurgularız kafamızda, arka fondaki varsa seslerden bir dekor oturturuz karakterimize ve o kısacık zamanda oynarız görmediğimz sahnede oyunu. Aksi karakterlerin hoyrat çıkışlarını ustaca tolere eder ve hedefimizi usluca sıraya girecek bir müşteriye sesimizle dönüştürürüz. Habersiz aramalarımızda hedefimize özel olduğunu hissettirir, samimiyet sağlar ve onu bir özel grubun; bizim sattığımız bu ürünün alıcılarından biri olabilme ayrıcalığına kavuştururuz.
Bizi izleyen o bir bilenin hangi yargıya varacağına emin olamasakta şunu söyleyeceğine emin olabiliriz:
“SİZLER SATICILAR DÜNYASININ EN SİHİRLİ SESLERİSİNİZ !”
Comments
Post a Comment